Ama işin mutfağına girdiğinizde karşınıza bambaşka bir tablo çıkar. Dışarıdan cazip görünen bu meslek, aslında büyük bir adanmışlık, yorucu bir tempo ve çoğu zaman kişisel fedakârlık gerektirir.
Polonyalı usta gazeteci Ryszard Kapuściński, “Bu iş siniklere göre değil” kitabında bu gerçeği oldukça net bir dille ortaya koyuyor. Kitaptaki şu satırlar, gazeteciliği romantize eden her türlü bakışı dağıtacak kadar çarpıcı:
“Mesleğimizin kendine özgü çok önemli bazı ilkeleri vardır. Birincisi, kendimizden bir şeyleri feda etmeyi kabullenmektir. Çok zahmetli bir meslektir gazetecilik. Tüm meslekler öyledir tabii, fakat bizimki bir başkadır. Mesele, günün belirli saatini onunla birlikte yaşamazsınız. Akşamüstü dörtte ‘dükkanı’ kapatıp başka işlerimize bakmamız söz konusu değil. Gazetecilik, bütün hayatınızı zapteden bir uğraş; buna başka türlü, en azından doğru bir şekilde icra etmenin yolu yok.”
Kapuściński’nin bu sözleri, gazeteciliğin neden sadece bir “iş” değil de, bir yaşam biçimi olduğunu anlatıyor. Çünkü gazeteci için dünya, mesai saatleriyle sınırlı bir alan değil. Her şey potansiyel bir haber olabilir. Bir sokak arası, bir fısıltı, bir sessizlik, bir bakış. Ve bunları fark edebilmek için sürekli tetikte olmak gerekir.
Bu yüzden gazetecilik, sadece kalem tutmayı değil, aynı zamanda kulak vermeyi, görmeyi, anlamayı ve çoğu zaman da susmayı bilmeyi gerektirir. Üstelik tüm bunları yaparken kişisel konfor alanından vazgeçmeyi göze almak gerekir.
Kapuściński’nin “bütün hayatınızı zapteden bir uğraş” dediği gazetecilik, aslında sadece haber yapmak değil, dünyaya karşı sorumluluk hissetmektir. Bu sorumluluğun ağırlığı, sadece haberin içeriğinde değil, onu nasıl, ne zaman ve ne şekilde sunduğunuzda da kendini gösterir.
Sonuç olarak, gazetecilik bir görev değil, bir çağrıdır. Bu çağrıyı duymak için kulağınızın, kalbinizin ve vicdanınızın açık olması gerekir. Ve evet, bu iş gerçekten de siniklere göre değil.