İnsan, göründüğünden çok daha karmaşık bir varlık.
Dışarıdan bakıldığında tek bir bedende yaşıyormuş gibi görünse de, içinde zaman zaman çatışan, zaman zaman uzlaşan birden fazla sesi barındırır. Kimi zaman kararlarımızla gurur duyar, kimi zaman da "Ben bunu nasıl yaptım?" diye kendimize yabancılaşırız. İşte bu yabancılık duygusu, aslında içimizde taşıdığımız ikinci kişiliğin bir yansımasıdır.
"Ben Bir Bedende İki Ruh" adlı kitabımda da tam olarak bu içsel ikilemi anlatmaya çalıştım. Hepimizin içinde farklı yönler, farklı dürtüler, hatta farklı “ben”ler vardır. Biri mantığın sesi olurken diğeri duyguların; biri korkakken diğeri cesur, biri susarken diğeri bağırmak ister. Bazen bu iki yön birlikte çalışır ve bizi dengeye ulaştırır. Ama bazen de birbirine savaş açar, bizi içsel bir kaosa sürükler.
Toplumun bizden beklediği "tek tip kişilik" kalıbı bu içsel çoğulluğu bastırmaya çalışsa da, insanın hakikati her zaman daha katmanlıdır. İçimizdeki bu iki ruhu bastırmak yerine anlamaya, dinlemeye ve dengelemeye çalışmalıyız. Çünkü ruhlarımızdan birini susturmak, kendi benliğimizin yarısını reddetmek demektir.
İnsan ancak kendini olduğu gibi kabul ettiğinde – çelişkileriyle, kırılganlıklarıyla, içindeki zıtlıklarla – bütünleşebilir. O zaman huzur sadece dışarıda değil, içeride de filizlenir.
Unutmayalım: Biz sadece ne olduğumuzu değil, kimlerle savaştığımızı da içinde taşıyan varlıklarız. Ve bazen en büyük savaş, kendi içimizde başlar.