Bir toplumun ahlaki termometresi, en savunmasızlarına nasıl davrandığıyla ölçülür.

O termometre bugün, vicdanları donduran bir soğukluğa işaret ediyor. Zira bu ülkenin sokaklarında, pazar yerlerinde, boş banklarında, bir ömrün muhasebesini yapan milyonlarca insanın sessiz çığlığı yankılanıyor.
Söz milletinse, emeklinin sesi olmak herkesin vatan borcudur!
Bir toplumun ahlaki termometresi, en savunmasızlarına nasıl davrandığıyla ölçülür.
O termometre bugün, vicdanları donduran bir soğukluğa işaret ediyor. Zira bu ülkenin sokaklarında, pazar yerlerinde, boş banklarında, bir ömrün muhasebesini yapan milyonlarca insanın sessiz çığlığı yankılanıyor.
Bu çığlık, siyasi polemiklerin, hamasi nutukların ve karmaşık ekonomik tabloların gürültüsünde boğulmaya çalışılsa da, her geçen gün daha da yakıcı bir hal alıyor.
Konu, basit bir maaş zammı, bir bütçe kalemi değildir. Konu, bir neslin onurudur. Konu, bu topraklara 40 yıl boyunca alın terini, emeğini, gençliğini ve umutlarını vakfetmiş insanlara ödenmesi gereken bir vefa borcudur.
Emeklilik, bir lütuf değil, kazanılmış bir haktır. Devlet ile vatandaş arasında imzalanmış, görünmez mürekkeple yazılmış en kutsal toplumsal sözleşmelerden biridir.
Bu sözleşme der ki:
"Sen gençliğinde bu ülke için çalış, üret, vergi ver, evlat yetiştir. Yaşlılığında, gücün tükendiğinde ise bu devlet sana onurlu bir yaşamı garanti edecektir."
Bugün, bu sözleşme tek taraflı olarak yırtılıp atılmıştır.
Pazar filesini dolduramamanın utancını, torununa bir hediye alamamanın mahcubiyetini, iki yakayı bir araya getirememenin çaresizliğini yaşayan bir emekli için hayat, rakamlardan ibaret değildir.
Bu, ruhu kemiren bir aşağılanma duygusudur.
Bu, "demek ki benim bir ömürlük emeğimin değeri bu kadarmış" dedirten acı bir sorgulamadır.
Bu, insanın kendine olan saygısını dinamitleyen bir erozyondur.
Ve bu durumu daha da vahim kılan, etrafı saran derin sükunettir. Kendi konfor alanlarından bu trajediyi izleyenlerin, üç maymunu oynamayı tercih edenlerin, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" aymazlığında olanların vebali, en az bu durumu yaratanlar kadar ağırdır.
Çünkü bu, herhangi bir siyasi görüşün, bir partinin ya da bir ideolojinin meselesi olmaktan çıkmıştır. Bu, temel bir insanlık, bir adalet ve bir vicdan meselesidir.
Bir yanda lüksün, israfın ve şatafatın pervasızca sergilendiği bir hayat, diğer yanda ise temel ihtiyaçlarını karşılayamayan milyonlarca onurlu insanın varlığı, bu ülkenin en büyük toplumsal depremidir.
Terazinin bir kefesi arsızca dolarken, diğer kefesinin kırılmasına göz yuman her kim varsa, tarihin ve milletin vicdanında mahkum olmaya adaydır.
Aydın olmanın, entelektüel olmanın sorumluluğu, sadece doğruları bilmek değil, o doğruları haykırmaktır.
Özellikle de kimsenin konuşmaya cesaret edemediği zamanlarda. Kralın çıplak olduğunu söylemektir.
O halde, tüm süslü kelimeleri bir kenara bırakıp, gerçeğin kendisini en yalın haliyle ortaya koyalım:
Bir ömür çalıştıktan sonra insanları yoksulluğa ve muhtaçlığa mahkum etmek, emeğe yapılan en büyük saygısızlıktır.
Onların, torunlarının geleceği için kurdukları hayalleri, kendi karınlarını doyurma kaygısına indirgemek, vicdansızlıktır.
Onları, hayatlarının sonbaharında huzur ve sükunet yerine, kaygı ve korkuyla baş başa bırakmak, en net tanımıyla bir zulümdür.
Bu yüzden, bu feryat sadece emeklinin değil, bu ülkenin geleceğinden endişe duyan, adalete inanan, insan onurunu her şeyin üzerinde tutan herkesin ortak feryadıdır.
Bu, milyonların fısıltıdan çığlığa dönen sesidir: Yeter artık!..
Yaşlılarımıza hak ettiği onurlu yaşamı sağlamak bu milletin boyun borcudur, vatan borcudur...