Siyasetin o baş döndürücü gündeminde bazen öyle ifadelere rastlarsınız ki, bir an durup üzerinde tefekkür etmek icap eder.
Siyasetin o baş döndürücü gündeminde bazen öyle ifadelere rastlarsınız ki, bir an durup üzerinde tefekkür etmek icap eder.
Manşetlerin gürültüsünde güme gitmemesi gereken, derin bir hakikati barındıran tespitlerdir bunlar.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği beyan, işte tam da bu nitelikteydi.
Şöyle diyordu Sayın Cumhurbaşkanı:
"Eğer bağımsızlık istiyorsan, eğer özgürlük istiyorsan, eğer bu topraklar üzerinde şerefinle, namusunla, izzetinle yaşamak istiyorsan, eğer ekonomik refah istiyorsan, eğer bolluk, bereket, dirlik istiyorsan, eğer huzur istiyorsan cenge her zaman hazır olacaksın."
Bu söz, ilk bakışta bir paradoks, bir çelişki barındırıyor gibi görünebilir.
Huzur gibi ulvi bir gaye ile "cenk" gibi çetin bir kavram nasıl bağdaşır?
Burada kastedilen "cenk", ille de orduların meydanlardaki, siperlerdeki mücadelesi anlamına gelmiyor.
O, buz dağının sadece görünen yüzü ve işin en son, en arzu edilmeyen merhalesidir.
Asıl cenk hayatımızın tam merkezinde, her an ve her sahada devam etmektedir.
Nerede mi?
Mesela ekonomide...
Rafları dolduran ürünlerin etiketlerinde ne kadar "yerli malı" damgası var?
Kullandığınız telefonda, bindiğiniz arabada, izlediğiniz dizide bizim mühendisimizin zekası, işçimizin alın teri, sanatçımızın ilhamı ne kadar yer tutuyor?
İşte ekonomik cenk budur. Eğer bu alanda "ben de varım" diyemiyorsanız, ipin ucu daima başkasının elinde kalır. O vakit, fiyatı da onlar belirler, oyunun kuralını da onlar koyar.
Mesela eğitimde...
Genç dimağlara sadece ezberlenmiş formülleri mi, yoksa o formüllerle yeni ufuklar açmayı, sorgulamayı, hür bir akılla tefekkür etmeyi mi telkin ediyoruz?
Eğer nesillerimiz, dünyadaki akranlarıyla bilimde ve teknolojide yarışacak donanıma sahip değilse, o "cenk" meydanına daha çıkmadan mağlup olunmuş demektir.
Ve elbette toplumsal hayatta...
İçeride sarsılmaz bir birlik, yani "dirlik" tesis edemiyorsanız, en ufak meselede birbirinizin yakasına yapışıyorsanız, dışarıya karşı nasıl yekvücut durabilirsiniz?
Unutmayalım ki tarih, ne zaman gaflete düşülmüş ne zaman hazırlık ihmal edilmişse, faturayı bu millete çok ağır ödetmiştir.
Bu vaziyeti, o meşhur benzetmeyle izah edelim...
İnsan, evinin kapısını neden kilitler, pencerelerine neden demir takar?
Dışarıdaki herkese düşman olduğu için mi?
Elbette hayır. Bilakis, hanesinin içindeki sevdiklerini, ailesini ve huzurunu korumayı arzuladığı için.
Devletler için de durum bundan farksız değildir. Caydırıcılık, saldırganlık değil barışa duyulan sevginin en somut ispatıdır.
Hasılıkelam, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beyanı, bir savaş çığırtkanlığı asla değildir.
Bilakis, o barışın ve refahın sarsılmaz teminatının formülüdür.
Zafiyetin ve ataletin getireceği aldatıcı bir sükûnet yerine, çalışarak, üreterek ve daima tetikte kalarak kazanılan hakiki bir huzurun manifestosudur.
İşte o veciz sözün günümüzdeki en sahih tercümesi budur.
Huzur, ancak onu korumaya hazır olanlarındır.
Kalın Sağlıcakla...
Nokta.